
1990’lı yıllarda Türkiye, sonraki 30 yılın gelişmelerini büyük ölçüde belirleyen iki önemli süreci yaşadı. İlk olarak ABD, Birinci Körfez Savaşı ile Irak’a saldırdı, etnik bölücülüğü ve laiklik karşıtı dinci hareketleri destekleyerek Türkiye diğer bölge ülkeleri üzerindeki denetimini güçlendirme politikasını uygulamaya koydu.
Bu gelişmenin doğal sonucu Türkiye’de; Milli Kurtuluş Savaşımızın önderi Mustafa Kemal Atatürk’e ve Cumhuriyet Devrimizin mirasına sarılarak yeniden tam bağımsız ve demokratik laik Türkiye için mücadelenin yükselmesi oldu. ABD, bu dönemde hedeflerine ulaşmak için NATO üyeliğiyle birlikte ülkemizde örgütlediği Gladyo (Konrgerilla) aracılığıyla Muammer Aksoy’dan başlayarak, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Eşref Bitlis ve Ahmet Taner Kışlalı’nın da aralarında olduğu bir dizi “faili meçhul” cinayetle, milli devrimci uyanışı ve örgütlenmeyi önlemeye çalıştı.
Türkiye’nin NATO üyesi olması bu cinayetleri hem mümkün kıldı hem de cinayetlerin üzerine gidilmesini önledi. Aslında asli faili belli olan cinayetler, “faili meçhul” olarak kaldı.
Bu faili meçhul cinayetler, daha sonra ABD’nin daha 1995 yılında Türkiye’de geleceğin başbakanı ve dışişleri bakanı olacak dediği kişilerin yedi yıl sonra işbaşına gelmelerini ve sonraki yıllarda kameralar önünde gerine gerine BOP eşbaşkanı olduklarını söylemelerini mümkün kıldı.
90’lardaki faili meçhullerin üstünün örtülmesi, sorumluların yargı önüne çıkarılmaması, tetiği çeken ellerin arkasındaki asıl sorumlunun ise görmezden gelinmesi, bugün de, önümüzdeki aylar ve yıllarda da bedelini ödeyeceğimiz bir fatura olarak hâlâ önümüzde duruyor.
Sinan Ateş cinayetini bir yanıyla 90’lardaki “faili meçhul” cinayetlerin bir devamı, diğer yanıyla da eğer üzerine gidilmez ve perde arkasındaki eller açığa çıkarılmazsa ülkemizi bekleyen tehlikeyi gösteriyor.
Türkiye, yeniden bir kaos ortamına doğru sürükleniyor. Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi, siyasetin ve sistemin mafyalaşması, milli güvenlik sorunu haline dönüşen ruhban sınıfı ve sığınmacı sorunu, Suriye’de Fırat’ın doğusunda kurulmaya çalışılan kukla devlet, Ege ve Akdeniz’den Türkiye’ye yönelen askeri tehdit ve İktidarın izlediği politikanın kaçınılmaz sonucu olan toplumsal kutuplaşma; ülkemize yönelik emperyalist emellerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Atlantik ötesindeki merkeze elverişli bir ortam sunuyor.
Tehlikenin kaynağı NATO’dur ve Atlantik ötesindeki “Büyük Müttefik”tir. “Kalpaksız Kuvvacı” değerli Uğur Mumcu’nun ölümünün 30. Yıldönümünde bize hatırlattıkları bunlardır.
Yorum Yazın