
Feodaliteden, kapitalist düzene geçiş uzun bir süreç içinde oluşmuştur. Feodal düzendeki üretim biçimi ve ilişkileri değişince Feodal düzendeki sınıf yapısı (Senyör – Serf) yüzyıllar içinde değişmiş, başka bir düzenin (kapitalist düzenin) sınıf yapısı (Burjuva – İşçi) ortaya çıkmıştır. Sınıf yapısının değişmesinin nedeni üretim biçiminin ve üretim ilişkilerinin değişmiş olmasıdır. Bu durumda devrim gerçek anlamda sınıf yapısının değişmesi değil, üretim biçiminin ve üretim ilişkilerinin değişmesidir. Sınıf yapılanmasının değişmesi, üretim biçiminin ve üretim ilişkilerinin değişmesinin kaçınılmaz sonucudur. Burjuva devrimi 1789’da başlamış değildir. Burjuva devrimi 100-200 yıllık bir sürede toprak emek birlikteliğine dayalı feodal üretim biçiminin sermaye emek birlikteliğine dayalı kapitalist üretim biçimine dönüşmesidir. 1789’da Fransa’daki kalkışma 100-200 yıllık bir süreçte gerçekleşen kapitalist düzenin hukukunun yaratılmasıdır.
Üretim biçiminin ve ilişkilerinin değişmesi yukarıda da vurgulandığı gibi uzun bir süreçte oluşur. Üretim biçiminin ve ilişkilerinin değişmesi bununla uyumlu bir hukuk düzenini de gerekli kılar. İlkel komünizm, kölelik düzeni, feodal düzen, kapitalist düzen kendi hukukunu da yaratmıştır. Devrim hukuk düzeninin değişmesi değildir. Hukuk düzeninin değişmesi üretim biçiminin ve ilişkilerinin değişmiş olmasının sonucudur. Günümüzde üretim biçimi ve üretim ilişkileri değişmiş değildir. Sermaye emek birlikteliğine dayalı kapitalist üretim biçimi günümüzün de gerçeğidir.
Devrim kurgulanarak gerçekleşmez. Kendiliğinden ve uzun bir süreç içinde oluşur. Oysa yıllardır sosyalist devrim kurgulanarak oluşturulmaya çalışılmaktadır. Kapitalist düzenin gereği olarak oluşan hukuk düzenini düzeltmek iyileştirmek başka şeydir. Değişen üretim biçimi ve üretim ilişkilerine göre hukukun yeniden yapılandırılması başka şeydir. Kapitalist düzenin temel niteliği değişmemekte, ama kapitalist düzenin işleyişinin ayrıntısında değişiklikler olmaktadır. Bu ayrıntılar kapitalist düzenin temel niteliğini (üretim biçimini ve üretim ilişkilerini) değiştirecek midir? Kapitalist düzenin işleyişi 19 uncu yüzyılda ve 21. yüzyılda aynı değildir. Düzenin işleyişinde çok önemli aykırılıklar vardır. 19. yüzyıldaki kapitalist düzenle, iki yüz yıl sonraki, bugünkü kapitalist düzen aynı değildir. Ancak fark olmasına karşın, kapitalist düzen değişmiş değildir. Kapitalist düzen değişmemiş, düzenin işleyişindeki ayrıntılar değişmiştir. Ayrıntılardaki değişiklik nedeniyle hukukta da değişiklikler olmuştur. Olacaktır. Diğer yandan yirminci yüzyılın ortalarından başlayarak kapitalizmin işleyişine yön veren emperyalizmin yaygınlaşması ayrıntının ötesinde bir değişimdir. Ancak emperyalizm kapitalizmi temelde değiştirmemiştir. Emperyalizm kapitalizmin işleyişinin doğal sonucudur. Emperyalizmin yaygınlaşması köklü bir değişiklik olmakla birlikte kapitalizmin temelini değiştirmemiştir. Kapitalizm emperyalizmle bütünleşmiştir.
Kapitalizmi en iyi inceleyen, işleyişindeki tıkanıklığı gören Marks’tır. Marks kapitalizmin işleyişinin temel dayanağının artı değer olduğunu saptamıştır. Artı değer kapitalizmin hem temeli hem de en zayıf halkasıdır. Marks zayıf halkaya çözüm üretme gayreti içindedir. Çözüm artı değerin kamulaştırılmasıdır. Artı değer kamulaştırılırsa, kapitalist düzendeki tıkanıklık giderilecektir. Marks kapitalist düzen karşıtı değildir. Kapitalist düzenin işleyişindeki tıkanıklığa çözüm aramaktadır.
Feodal yapıda üretim biçimi toprak ve emek birlikteliğidir. Toprağın sahibi senyör köylünün topraktan ürettiğinden pay alır. Yani artı değer senyöründür. Toprağı işleyen köylü on birim üretiyorsa, tüketimi sekiz birimse iki birim artı değer senyörün olur. Ancak toprak emek birlikteliği ile oluşan üretim biçiminde üretim artışı çok sınırlıdır. Dolayısıyla üretimin tüketilmeyen kısmı, artı değer (birikmiş emek) çok azdır. Bu durumda artı değer düzenin işleyişinde bir sorun yaratmaz. Bu üretim biçimi ile emek birikimi (sermaye) sağlanamadığından toplum yaşantısında, gelişme de çok sınırlıdır. Dolayısıyla toplum yaşayışında durağanlık (istikrar) vardır.
Üretim biçimi 18. Yüzyıldan başlayarak feodal yapıdan kapitalist yapıya dönüşmeye başlamıştır. Toprak emek birlikteliği biçimindeki feodal ekonomik yapı yerini sermaye emek birlikteliğine yani kapitalizme bırakmaya başlayınca üretim artışı çok hızlanmış, başka deyimle artı değer, emek birikimi (sermaye) hızlanarak artmıştır. Bu durumda artı değer düzenin işleyişini aksatmıştır. Üretim biçiminin sermaye emek birlikteliğine (kapitalist üretim biçimi) dönüşmesi ile yaşam düzeyinin durağan niteliği inanılmaz bir hızla değişmektedir. İnsanlık tarihinde iki üç bin hatta on bin yıldır pek değişmeyen yaşam biçimi, 18. Yüzyıldan başlayarak 200-300 yılda çok hızlı değişmektedir. İki üç bin yıl öncesi yaşam biçimi (Truvalı’nın ve hatta on bin yıl önceki Çatalhöyük’lünün yaşam biçimi) ile 200 -300 yıl önceki yaşam biçimi birbirinden çok farklı değildir. Oysa 18. yüzyıldaki yaşam biçimi ile 21. yüzyıldaki yaşam biçimi arasındaki fark inanılmaz boyuttadır. Bu hızlı değişimin nedeni burjuva devrimi yani üretim biçiminin sermaye emek birlikteliğine dönüşmesidir. Bu somut gerçek ortadayken sol çevrelerin inatla burjuva devrimi karşıtlığını, burjuva devrimine nefretlerini anlayamıyorum. İşin daha ilginci sermaye emek birlikteliğine dayanan üretim biçimi yerine başka bir üretim biçimi de önerilmemiş olmasıdır. Zaten insanlık tarihinde üretim biçiminin önerilerek, kurgulanarak gerçekleşmesi hiç olmamıştır. Sosyalist düzende de üretim biçimi kapitalist üretim biçiminden farklı değildir. Sosyalist toplumda da üretim biçimi sermaye emek birlikteliğidir.
Artı değer (sermaye) emeğin verimliliğini artırmaktadır. Artı değerin üretimi artırması, artan üretimin tüketilmesi sorununu yaratmaktadır. Giderek artan üretimin tüketilememesi kapitalist düzenin işleyişini bozmakta, ekonomide bunalım yaratmaktadır. Artı değer bu yönü ile kapitalist düzenin işleyişini tıkamaktadır. Artı değerin yani sermayenin dağılımı ülkeler arasında dengeli değildir. Atlantik ülkelerde (bunlara emperyalist ülkeler diyoruz) çok yoğun artı değer yani sermaye birikmiştir. Birikmektedir. Atlantik ülkeler dışında kalan ülkelerde artı değer sermaye birikimi azdır. Üretim biçimi yönünden dünyada Atlantik ülkeleri ve çevre ülkeler olmak üzere ikili yapı oluşmuştur. İki yapı da kapitalist düzen içindedirler. Ancak emperyalist ülkelerin kullandıkları sermaye fazla olduğundan üretimlerini daha az emek birimi ile gerçekleştirmektedirler. Çevre ülkeler ise emek ağırlıklı üretimlerini daha çok emek birimi ile gerçekleştirmektedirler. Dolayısıyla dış ticarette emperyalist ülkeler beş birim emek içeren üretimi, çevre ülkelerin on birim emek içeren üretimi ile değiştirmektedirler. Dış ticaret yoluyla emperyalist ülkeler, çevre ülkelerin beş birim emeğini gasp etmiş olmaktadırlar. Günümüzde emperyalist sömürü budur. İşçi Partisinin Milli Hükümet Programında giriş bölümünde yer alan “Türkiye iki yüzyıldır dış ticaret çağının yayılmacı kapitalizmine ve emperyalizme karşı savaşıyor” saptaması emperyalizmi ve yayılmacı kapitalizmi tanımlamaktadır. Yayılmacı kapitalizm ve emperyalizm özellikle ikinci dünya savaşından sonra küresel dış ticaretin kurumlarını oluşturarak dünyaya egemen olmuştur. Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü küresel dış ticaretin işlemesi ve yaygınlaşması gerektirdiği için kurulmuşlardır. Emperyalizm küresel dış ticaret yoluyla sömürmektedir. Dolayısıyla emperyalizme karşı direnme, emperyalizmle çatışma küresel dış ticaretten koparak mümkündür. Küresel dış ticaretten kopulmamış, emperyalizme eklemlenilmişse, siyasi ve askeri karşı çıkmalar ile ulusal bağımsızlık gerçekleştirilemez. Bu gerçeği Atatürk düşmanı ülkeden kovduğu Eylül 1922’den beş ay sonra İzmir İktisat Kongresinde (17 şubat 1923) “hakimiyeti milliye, hakimiyeti iktisadiye ile tersin edilmelidir….siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle terviç edilmezse semere, netice payidar olmaz” diyerek vurgulamıştır.
Türkiye 2002’den beri, yoğun olarak, küresel ticaret yoluyla emperyalist ülkelerce sömürülmektedir. Bu gerçek ortadayken ve ekonomi emperyalizme eklemlenmesini 2002 yılında tamamlamışken tek başına ne FETO ne PKK karşıtlığı antiemperyalizm olarak nitelenemez. Türkiye başarıyla sonuçlandırdığı istiklal savaşından sonra, milli hakimiyeti “hakimiyeti iktisadiye ile tersin etmiş, 2002 yılına kadar “beka sorunu” yaşamamıştır. 2002 yılından sonra emperyalist küresel ekonomiye eklemlenerek “hakimiyeti iktisadiyesini” yitirmiş ve “beka sorunu” gündeme gelmiştir.
Kapitalizmin zayıf halkası artı değer sorununu çözememesidir. Marks bu zayıf halkayı görmüş, artı değer sorununun kamulaştırma yolu ile çözüleceğini belirtmiştir. Kapitalizm tekelci aşamaya geçmeden önce artı değerin sorun yaratmadığı söylenebilir. Çünkü artı değer örgütlenme aşamasında değildir. Artı değere sanayi burjuvazisi egemendir. Ancak sanayi burjuvazisinin artı değeri örgütleme niteliği yoktur. Artı değeri yatırıma yönlendirecektir. Oysa tarihin akışı artı değerin örgütlenmesini gündeme getirmiştir. Artı değerin örgütlenmesi finans sektörünü yaratmıştır. Artı değere artık sanayi burjuvazisi değil, finans sektörü (finans burjuvazisi) egemendir. Kapitalizmin bu aşaması finans kapital olarak belirtilmektedir. Finans kapital emperyalist sömürüyü küresel ticaretle yürütmektedir.
Kapitalizmin son aşamasının emperyalizm içinde finans sektörünü yaratmıştır. Çevre ülkelerin emperyalist ülkelerin sömürüsünden kurtulmalarının yolu küresel ticaretten ve küresel finans sektöründen kopmalarıdır. Bugün gelinen aşama emperyalist ülkelerin tüketemedikleri ürünlerini çevre ülkelerin borçlanarak tüketimleridir. Çünkü küresel ticarette emperyalist ülkelerin 5 birimlik emeğini, çevre ülkelerin 10 birimlik emekleriyle değiştirme olanağı yoktur. Artık emperyalist ülkelerin gittikçe artan emek gasp etme isteklerini karşılayacak kadar çevre ülkelerde emek kalmamıştır. Bu durumda emperyalist ülkeler üretim fazlası sorununu çevre ülkelere borç vererek çözmek zorundadırlar. Borç ise ödenebilir niteliği varsa borçtur. Ödenebilir nitelikte değilse borç değildir. Çevre ülkelerin borç ödeme olanakları tükenmiştir. Çünkü borç emek ya da doğal zenginlik vererek ödenebilir. Emek de doğal zenginlik de tükenmektedir.
Bu sorun, yaşanmakta olan üretim tüketim ilişkisinin değişmesi ile çözülebilir. İlk akla gelen çözüm milli hakimiyeti “hakimiyeti iktisadiye ile tersin etmektir”. Yani çevre ülkeler emperyalizme sömürü olanağı veren küresel ticaretten kopacaklar, ürettikleri kadar tüketeceklerdir. Daha fazla tüketebilmeleri için daha fazla üretmeleri gerekecektir. Küresel ticaret yoluyla emperyalist ülkelere emek transfer etmeyecekler, bu birikmiş emeği ülke içi yatırıma dönüştürerek üretimlerini artıracaklardır. Böylece dünyada sermaye dağılımı dengelenecek, emperyalist sömürü sonlanacaktır. Çevre ülkeler küresel ticaretten kopmazlarsa, emperyalist ülkeler sömürü düzenini sürdürebilecek midir? Bugün dünyada yaşanan ekonomik bunalımın nedeni bu sömürünün sürdürülememesidir. Çünkü küresel finans kapital çevre ülkelere para basarak para aktarabilmektedir. Emperyalist ülkelerin para basma zorunda kalmaları tüm dünya ekonomisinde bunalıma neden olmaktadır. Dolayısıyla finans kapitalin soruna para basarak çözüm bulma olanağı da yoktur. Bir başka anlatımla para basarak, verilen borçla sömürüyü sürdürmeye çalışmak çıkmaz sokaktır. Çünkü para basılarak verilen para bir saadet zinciri oluşturmaktan başka bir şey değildir. Saadet zincirinin halkaları kopacaktır. Günümüzde kopmaktadır da.
Burjuva devrimi emperyalizm aşamasına gelmiştir. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi, kapitalizmin son aşaması emperyalizm çıkmaz sokaktadır. Dolayısıyla sonlanacaktır. Emperyalizmle bütünleşmiş kapitalist düzeni yıkarak, yerine ondan daha geri (ömrünü tamamlamış ve yerini kapitalizme bırakmış) düzeni feodaliteyi oluşturmanın devrimci anlayış içinde değerlendirilmesi gerekir.
Yorum Yazın