
“Fatih”, “Kanuni” ve “Yavuz”’un ardından Türkiye'nin dördüncü sondaj gemisi de “Abdülhamid Han” oldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da katılımıyla 9 Ağustos'ta Mersin Taşucu Limanı'ndan ilk görev yerine uğurlandı. Abdülhamid Han sondaj gemisinin Akdeniz'de faaliyetlerinin böyle başlaması planlandı.
Yedinci nesil teknolojiye sahip bir gemiye “Abdülhamid Han” adının verilmesi, yalnızca AKP iktidarının bir tercihi değil. Sultan Abdülhamid’e övgü, “sol”un bir kesimini de kapsıyor.
“Kaplanın Sırtında, Sultan II. Abdülhamid devrine bir de aynanın öbür tarafından bakıyor. Bu belki çok fazla abartılan Abdülhamid devri karşıtı düşünceye karşı bir reaksiyon. (İlber Ortaylı)
“Zülfü Livaneli, bu kez karşımıza Abdülhamid rejimini alışılmış klişelerden kurtaran ve her yönüyle, özgürce gözlerimizin önüne seren Kaplanın Sırtında adlı sürükleyici romanıyla çıkıyor.” (Taner Timur)
“Zülfü Livaneli, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının zihin dünyasında samimi ve önyargısız bir yolculuğa davet ediyor.” (Ali Yaycıoğlu)
Zülfü Livaneli, Osmanlı padişahı Abdülhamid’in Selanik’te sürgünde olduğu günleri anlattığı “Kaplanın Sırtında” adlı son kitabında, yukarıda örneklerini verdiğimiz tarihçiler gibi bir “Kızıl Sultan” övgüsü yapıyor. Kitapta Abdülhamid’in zevkleri, eğitimi ve gönlünün “Batılı olduğu” öve öve anlatılıyor.
Livaneli’ye göre Sultan Hamid, başarılı politikalarıyla Osmanlı devletinin “son nefesini” geciktiren bir rol oynamış. “Ruslarla, İngilizlerle, Fransızlarla, Avusturyalılarla hep barış ilkesi üzerinde yürümüş, sorunları çözmüştü… Müslümanlarla Ortodoksları, Yahudilerle Katolikleri otuz üç yıl dengede yaşatmıştı.” (s. 20)
Livaneli’ye göre Hamid’i tahttan indiren, Selanik’e sürgüne yollayan İttihatçı Hareket Ordusu, “sarayı işgal eden haydut sürüsü”ydü. (s. 22)
Gene Livaneli’ye göre, Sultan Hamid’in ülkedeki bütün kötülüklerin sebebi olarak gösterilmesi, “Genç subaylardaki bu saplantı”ya dayanıyordu. (s. 35)
İSTİBDAT DÖNEMİ
Sultan Hamid’in o dillere destan “vehm-i hümâyın”u, korkuları, ihtilalcilerin, komitacıların kendisini öldürmek için her şeyi yapabilecekleri şeklindeydi. Suyunu kilitli bir çanta içine koyduğu mühürlü şişelerde saklar, açılmış hiçbir şişeyi, hatta ilacı kullanmazdı. Ağzına kimsenin dokunmaması için ağrıyan dişini bile kendisi çekerdi!
Onun iktidarı, Adriyatik’ten Basra Körfezi’ne, Kafkasya’dan Afrika’ya kadar yayılan “sürekli rapor yazan jurnalciler ağı sayesinde” sürmüştü.
Livaneli’nin kitabında neredeyse ortaokul yıllarından beri öğrendiğimiz hiçbir hakikat yok. II. Abdülhamid’in 14 Şubat 1878 tarihinde Kanun-i Esasi'yi askıya aldığı ve Osmanlı'da istibdat döneminin başladığını Livaneli’nin kitabında göremiyoruz.
34. Osmanlı Padişahı Abdülhamid, 31 Ağustos 1876’dan 27 Nisan 1909’da hâl edilinceye kadar tam otuz üç yıl iktidarda kaldı.
II. Abdülhamid Han'ın Osmanlı Devletini 33 yıl boyunca mutlak monarşi ile yönettiği döneme “İstibdat Dönemi” denildiğini, 1878 yılında başlayan bu dönemin, 33 yıl boyunca kesintisiz devam ettiği gerçeği “Kaplanın Sırtında”da yok.
İstibdat döneminde uygulanan baskı ve sansür politikası akıl alacak gibi değildir. II. Abdülhamid yönetimini eleştirmek yasaktır. Devletin yaptığı herhangi bir icraatı sorgulayan ya da eleştiren gazeteler kapatılır ve kitaplar toplatılır. Bir hafiye ordusu kurulur. Jurnalciler, halkın arasında dolaşıp aldıkları bilgileri padişaha iletir.
Livaneli’nin öve öve bitiremediği Sultan Hamid döneminde Osmanlı Devleti girdiği hiçbir savaşı kazanamadı ve toprak kaybetmeye devam etti.
“BURUN” SÖZCÜĞÜ BİLE YASAK!
Abdülhamid uzunca boylu, esmerce tenli, uzunca burunlu, elâ gözlü, hafif kıvırcık sakallı idi. Otuz üç yıllık saltanatı süresinde, Sultan Abdülhamid’in yönetimi altında yaşayanlar için bazı sözcüklerin kullanılması bile yasaktı. Yasaklı kelimelerden bazıları şöyledir: Arsenik, anarşi, ihtilal, ispiritizm (ruh çağırma), istibdat, infilak (patlama), inkılap, inkıraz (çöküş), parlamento, te'evvüh (sitem), opurtünist, hürriyet, cumhur, cumhuriyet, cemiyet, hafiye, darvinizm, disiplin, zehir, avam, isyan, sosyalizm, diktatör, şurayı devlet, demokrat, radikal, humbara (bomba) meclis-i umumi, veto, nihilist, randevu, irtiyab (şüphe), oligarşi, engelleme…
Abdülhamid, çöküş sürecindeki devlette mutlak egemenlik sağlayan son padişah oldu. 31 Ağustos 1876'da tahta çıktı ve 31 Mart Vakası'ndan kısa bir süre sonra, Hareket Ordusu tarafından 27 Nisan 1909'da, tahttan indirilene kadar ülkeyi tam bir despotlukla yönetti. Meşrutiyet yanlısı Yeni Osmanlılar ile yaptığı anlaşma sonucunda 23 Aralık 1876'da ilk Osmanlı anayasası ilan edildikten sonra tahta geçmesiyle güçleri ellerine alan Abdülhamid, anayasa ve değişim yanlılarını sürgüne yollayarak ve kendine muhalif olacakları tek tek uzaklaştırarak, sultanlığının ve hükümdarlığının garantisini sağladıktan sonra, 1878'de Meclisi kapattı.
DÜYÛN-U UMÛMİYE
Osmanlı İmparatorluğu'nun batık ekonomisi Abdülhamid'in saltanatının ilk yıllarında Düyûn-u Umûmiye'nin kurulmasına yol açtı. Osmanlı Devleti çok ağır bir borç yükü altındaydı. Alacaklıların baskısıyla, artık ödenemez duruma gelmiş borçların yönetimi için Düyun-ı Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kuruldu. Aralarında Galata bankerleri ile Osmanlı Bankası’nın da bulunduğu alacaklılar bu kuruluş aracılığıyla devlet gelirlerinin önemli bir bölümüne el koydular. Osmanlı ekonomisi ve maliyesi büyük ölçüde yabancıların denetimine girdi.
Amcası Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesi ve kuşkulu biçimde ölümü, ağabeyi V. Murad'ın tahta geçirildikten üç ay sonra delirdiği için tahttan indirilerek Çırağan Sarayı'na hapsedilmesi Abdülhamid’e tahtın yolunu açtı. 31 Ağustos 1876'da İkinci Abdülhamid adıyla padişah ilân edildi ve 7 Eylül günü Eyüp'te kılıç kuşandı.
Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir buhrandaydı. 1871'de Âli Paşa'nın ölümünden sonra saray ile Bâb-ı Âli arasındaki çekişme alevlenmiş, 1875'te devlet, borçlarını ödeyemez hâle düşerek Ramazan Kararnamesi ile moratoryum ilan edilmişti. Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilânı tartışılıyordu.
1. MEŞRUTİYET
Abdülhamid, tahta geçmeden Mithat Paşa'ya verdiği söz uyarınca 23 Aralık 1876’da ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî’yi ilan etti. Meclis-i Mebûsan ve Âyan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis Meclis-i Umumi, 19 Mart 1877’de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasal monarşi sistemine geçilmesi ile birlikte, yargı bağımsızlığı ve temel hakların anayasada teminat altına alınmasına rağmen, esas hâkimiyet padişahın elinde kalmıştı. Abdülhamid, Kanun-ı Esasî’nin 113. Maddesiyle kendisine tanınan “idari sürgün yetkisi”ni de kullandı.
93 HARBİ
Rusya’nın Balkanlar’da ıslahat için verdiği tekliflerin 12 Nisan 1877’de İbrahim Edhem Paşa hükûmeti tarafından reddedilmesi üzerine 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Mithat Paşa, Damat Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen savaşta Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir sıra mağlubiyete uğratarak doğuda Erzurum’u, batıda ise Bulgaristan’ın tamamı ile Trakya’nın İstanbul surlarına kadarki kısmını işgal ettiler. Meclis-i Mebusan’da hükûmetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamid, “Ben artık Sultan Mahmud’un izinden gitmeye mecbur olacağım.” Diyerek Yeniçeri Ocağı’nı kapatan dedesi II. Mahmud’a atıfta bulunup, meclisi 18 Şubat 1878’de tatil etti. Takip eden 30 yıl boyunca meclisi bir daha toplantıya çağırmadı.
HAFİYE TEŞKİLATI
Zülfü Livaneli’nin övgülere boğduğu II. Abdülhamid, Meclis'i kapattıktan sonra tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü yarattı. 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatı'nı kurdu. Çok sayıda hafiyeden oluşan bu teşkilatın amacı Abdülhamid'in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve darbe veya isyan teşebbüslerini önlemekti. Hafiyeler (Jurnalciler) sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı.
Prof. Dr. Emre Kongar Abdülhamid döneminde yakılan kitapları listelediği yazısında, "bu sansürün arkasında 'ideolojik bir toplum mühendisliği' amacıyla, din, siyaset, tarih ve edebiyat kitaplarını da kapsayan biçimde yapılan 'düşünce yasaklamaları' ve 'toplumsal manipülasyon' vardır" ifadelerini kullanmaktadır.
ZİYA GÖKALP’TEN ABDÜLHAMİT’E: “KANLI PADİŞAH!”
Ziya Gökalp Abdülhamid’ten öylesine nefret ediyordu ki, Diyarbakır’da küçük bir öğrenciyken törenlerde “Padişahım çok yaşa!..” diye bağırmayı reddedip “Milletim çok yaşa!...” diye haykırdığı için “Yıldız”a jurnal edildi. Okuldan kovulmasına ramak kalmıştı. Daha okul sıralarındayken. İstanbul’da, Baytar Mektebi’nde yazdığı bir şiirde (1895) Abdülhamit’i “Gece Sultanı”, “Kanlı Padişah” gibi sözlerle tanımlıyor ve ona, “Tarlada, tezgâhta çalışan biziz/ Bu devlet, bu millet, bu vatan biziz…/ Sevmiyoruz seni, ortadan çekil/ Hükümran millettir, hükümdar değil…” diye sesleniyordu.
MEHMET AKİF: “GÖLGESİNDEN BİLE KORKUP BAĞIRAN BİR ÖRDEK”
Mehmet Akif ve bir grup arkadaşı, Hürriyet’in ilanında başı çeken bu derneğe (İttihat ve Terakki) karşı vicdani borçlarını yerine getirmek için ona üye olma gereğini duydular.
Akif, “İstibdat” başlıklı şiirinde ,öyle söylüyor:
“Yıkıldın gittin amma ey mülevves istibdat,
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yad!” diye başlayan şiirinde Abdülhamid’e şöyle seslenir:
“Hamiyyet gamz eden bir pâk alın her kimde gördünse,
“Bu bir cânî!” dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse.
Müvekkel eyleyip câsûsu her vicdâna, her hisse.
Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye´se...
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i
İblîs’e!”
Şubat 1910’da yayımlanan “Köse İmam”da Akif, Abdülhamid’i şöyle tanımlar:
“Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek
Otuz üç yıl bizi korkuttu ‘şeriat’ diyerek.”
Zülfü Livaneli, Abdülhamid’in Fransızcayı iyi bildiğini, kanyak ve rom içtiğini, Arthur Conan Doyle’a Mecidiye nişanı hediye edecek kadar- sıkı bir polisiye okuru olduğunu, sarayında opera ve tiyatro gösterimleri için hususi aktör ve aktrisler bulundurduğunu, Çırağan Sarayı’nın duvarlarına Rembrandt ve Ayvazovski tabloları astırdığını, doğa bilimlerine (bakteriyoloji vb.) saygı duyduğunu onun Batıcılığının kanıtları olarak uzun uzun anlatıyor.
Amcası Abdülaziz’in davetiyle çıktığı Avrupa seyahati, Londra, Paris ve Toulon şehirlerinin pırıltısı sultanı çok genç yaşta Batı hayranlığına itiyor.
Kaplanın Sırtında, Abdülhamid güzellemesidir. Roman, aynı zamanda barbar, beceriksiz, cahil, maceracı diktatörler olarak gösterdiği İttihatçıları karalamak, 1908 Devrimi’nden tiksinmek, Batı hayranlığını övmek ve Abdülhamid’i temize çıkarmak için yazılmıştır.
Sayın Hikmet Çiçek,Sanatçı Livaneli’nin kitabını konu edinen bir yazı kaleme almışsınız ama bence zahmetinize bile değmez efendim. Sonuçta Livaneli, kendi tarihinden bile bihaber ve bilmeden bilen bir sanatçı sonuçta.